“Çalışmadan kısa sürede olağanüstü para kazanmanın cazibesi sadece milli futbolcu ve iş insanlarını değil, finans işi ile uğraşanları bile cezbedebilir. Burada Seçil Erzan Olayı’na benzer bir olayı aktaracağım ve benzerliğin değerlendirmesini, hukuktan ziyade okuyucularıma bırakacağım…”
Olayın taraflarının sadece milli takım düzeyinde futbol oynamış futbolcular ve iş insanları olması değil, ortadan dönen büyük miktarda paralarla kısa sürede olağan dışı yüksek gelir vaadine inanılması da kamuoyunun ilgisini çekmekte; gizli “Fatih Terim Fonu” ve Seçil Erzan Olayı’nda…
Bu zamana kadar olan bu ilk olay olmadığı gibi, şimdilik herkes dikkatli davranacağından yakın zamanda benzer bir olayla karşılaşma ihtimalimiz az, ancak insan hafızası nisyan ile maluldür; benzer yüksek menfaatler karşısında makul, akıllı, soğukkanlı düşünme ve davranma yetimizi çabuk yitiririz ve bir süre sonra buna benzer olayları yine duyarız. Çalışmadan kısa sürede olağanüstü para kazanmanın cazibesi her zaman ikna edici olur, sadece milli futbolcu ve iş insanlarını değil, bizzat finans işi ile uğraşanları bile cezbedebilir.
Ancak ben daha münferit ama benzer bir olayı burada aktaracağım ve iki olay arasındaki benzerliğin değerlendirmesini, hukuktan ziyade okuyucumun adalet duygusuna ve vicdanına bırakacağım.
Fakat, öncelikle benzerliğin özellikle, banka şube müdürleri tarafından verilen, banka sistemi tarafından üretilmemiş belge ve yazıların, olayın gelişimi ile birlikte değerlendirildiğinde, bankayı bağlayıcı olup olmadığı ile sınırlı olduğunu da belirtmeliyim.
Irak Dinarı’yla yaşandı
Olay ayniyle vakidir; enteresan bir şekilde olay yine bir bankanın Florya Şubesi’nde geçiyor. Her ne kadar Seçil Erzan en son Levent Şube müdürü olsa da, olayda mağdur olanlarla ilişkilerini Florya Şubesi Müdürü iken kurmuştu.
Aynı zamanda Irak vatandaşı da olan bir kişi, bir bankanın Florya Şube Müdürü ile bir şekilde bağlantı kuruyor ve elindeki 1 milyar 50 bin Irak Dinarı’nı çapraz kurla Amerikan dolarına çevirmek istediğini söylüyor.
Banka şube müdürü ile randevulaşıyor ve iddiasına göre 1 milyar 50 bin nakit parayı şube müdürünün odasında bizzat elden teslim ediyor.
Müdür Irak vatandaşına parayı elden aldığına dair bir teslim belgesini yazıp veriyor ve altını imzalayıp, şubenin kaşesi ile kaşeliyor.
Arzulanan dövize çevirme işlemi gerçekleşmeyince Irak vatandaşı olan kişi banka teftiş kuruluna ve savcılığa şikâyette bulunuyor ve delil olarak basit bir kâğıda yazılmış olan Irak Dinarı teslim belgesini sunuyor.
Şube müdürünün savunmasına göre, o aslında Irak vatandaşı ile üçüncü kişiler arasındaki çapraz kur döviz değişimine şubedeki müdür odasını kullandırtarak aracılık edecek ve komisyon alacaktır. Irak Dinarı’nı banka adına teslim almamıştır ve Irak vatandaşı da bankada Irak Dinarı hesabı açtırmamıştır.
Banka uhdesine geçti mi?
Olay genişliyor ve bankacılıkta zimmet suçundan ceza davası açılıyor. Yapılan yargılama sonunda şube müdürü, temyiz yolu açık olmak üzere bankacılıkta zimmet suçundan mahkum oluyor.
Irak vatandaşı da mahkumiyet kararı üzerine, müdüre teslim ettiği paralar için bankaya tazminat davası açıyor.
Burada mesele basit görünebilir, ancak hukuken incelenmesi gereken birçok yönü var: Banka, şube müdürünün zimmet suçundan mahkum olmasına rağmen, tazminat ödemek zorunda mıdır? Hemen cevap vereyim, hayır. Çünkü ortada bankacılık ceza hukuku yönünden zimmet suçu olabilir ancak tazminat hukuku yönünden bankaya bir sorumluluk yüklenmeyebilir.
Bu olayla, kamuoyunu meşgul eden Seçil Erzan olayındaki benzerlik, her ikisinde de şube müdürlerinin kendilerinin basit beyaz kâğıtlara parayı teslim aldıklarına dair beyanda bulunmaları ve bunu banka şube kaşesi ile kaşelemeleridir.
Bu belgeler, bir paranın bankanın uhdesine geçtiğini göstermeye ve kanıtlamaya yeterli midir?
Şimdi ve hemen söyleyeyim; hayır, çünkü bankacılıkta herkesin bankayı temsil yetkisi belirli ve sınırlıdır. Vezne memuru kredi sözleşmesi yapamaz, sadece para çekme ve yatırma işlerinde bankayı temsil eder. Müşteri temsilcisi de kredi sözleşmesi imzalayabilir ama para yatırma ve çekme işlemini yapamaz. Bankalarda para yatırma ve çekme işlemleri banka veznelerinde veya bununla yetkilendirilmiş müşteri temsilcileri aracılığıyla yapılır. Şube müdürleri asla kendileri müşterileriyle ilgili para çekme ve yatırma işlerini yapmazlar. En fazla yetkili vezne görevlisini odalarına çağırırlar ve işlemi yine vezne memuru üzerinden yaparlar.
Nasıl bir karar çıktı?
Bu anlamda, bir banka şube müdürünün bankaya para çekme ve yatırmaya dair belge düzenlemesi mutat olmadığından, kanaatimce geçerliliği ileri sürülemez.
Ancak iyiniyetli üçüncü kişiler açısından bu ayrıntı bilinemeyeceğinden, önemli olan şube müdürlerinin bankayı temsil yetkilerinin ticaret hukuku yönünden değerlendirilmesidir.
Bahsettiğim olayda, banka, kendisinin asla Irak Dinarı döviz işlemi yapmadığını beyan eder. Irak vatandaşı olan kişinin bankalarında hiçbir döviz veya TL hesabı olmadığını da belirtir. Ancak buna rağmen ceza mahkemesi, bana göre hatalı bir şekilde, paranın bankanın uhdesine geçtiğine ve şube müdürünün zimmet suçunu işlediğine karar verir.
Bu, bankacılık sistemini istismar edecek kötü niyetli kişilere yol verecek bir karardır; her şeyi göze almış bir banka şube müdürünün bir kişi ile anlaşıp, milyonlarca ABD doları tutarında parayı banka adına teslim aldığına dair basit imzalı ve kaşeli açıklamaları bankayı bağlayıcı sayarsak, nasıl bir kaosla karşılaşacağımız çok açıktır.
Kayıp paranın akıbeti merak konusu oldu
Bahsettiğim olayda bilirkişi raporunda bankanın hukuki sorumluluğundan bahsedilmiş olsa da, düzenlenen ve imzalanan belgelerin banka sistemi tarafından üretilmiş olduğuna dair ikna edici ve yanıltıcı şekli önemlidir.
Okuyucularıma tavsiyem, hiçbir zaman bankanın kendi sistemi tarafından üretilmemiş yazı veya açıklamaların bankayı kesin olarak bağlayacağından emin olmamalarıdır.
Bugünkü finans ve ödemeler sistemimizde herkesin bankalarla teması vardır; banka hesabı olmadan yaşamak nerdeyse imkansızdır. Ne kadar iyiniyetli olunursa olunsun, bir bankada hesaba para yatırılırken veya çekilirken nasıl bir banka dekontu verildiğini herkes bilir. Herkesin mutlaka böyle bir dekontla ilişkisi olmuştur. Milyon dolarların bu tür basit kâğıtlarla yatırılıp çekilmeyeceğini bilmemek mazeret sayılmaz. Basit bir kâğıtla teslim edilen paranın bankanın sistemine girmediğini anlamak için finans uzmanı olmaya da gerek yoktur.
Maddi hakikatin peşinde
Fatih Terim Fonu olayında en çok merak edilen hususlardan birisi de, 40 milyon dolar tutarındaki kayıp paranın akıbetidir. Buna ben sınırlı bir yanıt verebilirim; bu paranın bir kısmı, Seçil Erzan’a verdiğinden fazlasını alanlardır.
Olaylar yumağına baktığımda, Seçil Erzan’a para verenlerin çoğu birbirini yakından tanımaktadır ve birbirlerine tavsiyede bulunmuşlardır. İşte onların yatırdığından fazlasını alanlar, aslında diğer tanıdıklarının parasını almışlardır. Kalanının nerede olduğunu ise şimdilik Seçil Erzan ve varsa işbirlikçileri biliyor. Ancak mesele, Seçil Erzan’a gerçekten kimin ne kadar para verdiğinin ve geri aldığının ispatlanmasıdır. Keza ne verilen, ne de alınan paralar sayılarak teslim edilmiştir ve belgelendirilmiştir.
Hukuk böyle bir şey sevgili okuyucularım; vatandaş olayı ne kadar karmaşıklaştırırsa, çözmesi için kafa yormak da o kadar zevkli olur! Çünkü taraf değilseniz, sadece adil olanı bulmak için maddi hakikatin peşindesinizdir!